fbpx

BÜYÜK BİR KENT ya da KÜÇÜK BİR KIZ: MOMO ÜZERİNE ANCAK BİZ’E DAİR MASALSI BİR SOSYOLOJİ DENEMESİ

“Ben size bütün bunları olup bitmiş gibi anlattım. Oysa gelecekte olacakmış gibi de anlatabilirdim. Benim için ikisi arasında büyük bir ayrım yok.”

“Çünkü zaman yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir.”

Tarihsel süreç içerisinde düşünüldüğü takdirde, içinde yaşadığımız modern toplumun yerinin epeyce küçük bir paya sahip olduğu noktasında bir ayrıma düşmek fazlasıyla güç görünmektedir. Modern toplumsal yaşam, içerisinde kapitalist sistemi içselleştirmiş sanayi toplumlarını getiri ve götürüleriyle birlikte barındırmaktadır. Bu getiri götürü diye tabir ettiğimiz mesele aslında bizzat modern yaşamın insana sunduğu (sunmayı vaad ettiği) pratik faydalar ve zararlardan ibarettir.[1]

Momo Michael Ende

Biz modern kentten bahsettiğimiz bu anlıksal uzamda karşımıza çıkan problemleri anlayabilmek ve çözüm getirebilmek için sosyoloji biliminden yararlanmaktayız. Sosyoloji bir şeyin sonunu görmek için o şeyin başlangıcını ve başlangıcından itibaren süreci de incelemek zorundadır. Ki bu durum tüm olgular, kuramlar için olduğu gibi bizzat insanın kendisi için de geçerlidir.[2]  Bu açıklama ve anlama, akademik düzlemde teoriler, kuramlar eliyle gerçekleşebilirken bir de sanatsal düzlemde bir yaratım şeklinde de ortaya çıkabilmektedir. Modern sanat, klasik sanat, avant-garde sanat gibi akımların bir açıklama ve anlama girişimi olduğunu iddia etmek bizce yanlış değildir. Eserin içerisinde neredeyse bütün modern zaman pratiklerini bulabilmekteyiz. Bu girişin ardından, insan hayatının ilk ve en önemli durumu olarak gördüğümüz toplumsallaşma süreçlerinin nasıl gerçekleştiğini eser bağlamında değerlendirmeye başlamak istiyoruz.

MOMO her şeyden önce bir sistem eleştirisi kitabıdır. Her ne kadar çocuk kitabı olarak tanımlansa da incelikli bir analiz ve karşı duruşun masallaştırılmasıdır demek hiç de yanlış olmaz. Kitaba ismini veren MOMO, nerden geldiği, kim olduğu, nerede yaşadığı bilinmeyen bir kız çocuğu olarak bir anda şehrin insanlarının içerisinde beliren küçük bir kız çocuğudur. Yanına gelenleri hiçbir şey yapmasa bile dinleyen ve düşünmelerini sağlayan, çocuklarla oyunlar oynayan; şehrin insanlarına huzur ve dinginlik veren bir kız çocuğu…

Kaygısız ve mutlu olmasını bilen ve bu sayede de etrafındaki insanlara da dinginliği aşılayan bu kız çocuğu şehrin içerisinde ilk görüldüğü anda fakir olan şehir halkı tarafından sahiplenilmiş, şehrin biraz dışında kalan antik bir harabenin içerisinde ona yuva kurulmuştur. Burada MOMO’nun toplumla ilk karşılaşmasının ardından geçen tüm sürede aslında gördüğümüz temel şey sosyalizasyon süreçleridir. Ancak burada önemli bir noktayı vurgulamamız gerekmektedir.

“MOMO kimdir ve nerden gelmiştir?” sorularının cevaplarının var olmayışı bize MOMO için aslî sosyalizasyonun çok da sağlıklı gerçekleşmediği noktasında bir fikir sunmaktadır. Birey toplum içerisine toplumun bir üyesi olarak doğmaz. Ancak, toplumsallaşmaya doğru bir yatkınlıkla doğar ve bir ‘üye’ haline gelir, düşüncesinde olan Peter Berger’i hatırlamakta büyük yarar olduğunu düşünüyoruz. Birincil ve ikincil sosyalizasyon süreçlerinden bahseden Berger, temel olarak şunu söylemektedir:

Asli sosyalizasyon, bireyin çocukluk döneminde başından geçen ve onu toplumun bir üyesi haline getiren ilk sosyalizasyondur. Talî sosyalizasyon ise, zaten sosyalleşmiş olan bireyi kendi toplumunun nesnel dünyasındaki yeni kısımlara sokan herhangi bir sonraki süreçtir.[3]

Burada bahsedilen aslî sosyalizasyon her açıdan aşikârdır ki birey için en önemli süreçtir. Çünkü her birey kendi sosyalleşme süreci içerisinde hali hazırda var bulunan ‘anlamlı öteki’lerle karşılaşır ve bu nesnel yapının içerisine doğar. İşte yukarıda bahsettiğimiz fark tam olarak budur. Metin MOMO’yu bir bilinmezden gelen ve bilinmeyene giden bir bilinmeyen olarak sunmaktadır. Dolayısıyla kendi ifadelerinden yola çıkarak MOMO’nun kendi ‘anlamlı öteki’leriyle karşılaşıp karşılaşmadığını bilmemekteyiz. Anlamlı öteki kavramı bireyin anne ve babasına vurgu yapan bir kavramdır. Yanısıra ana dil olarak nitelediğimiz dilin de bu bağlamda Peter Berger tarafından ele alındığını gördüğümüz için, çocuklukta karşılaşılan nesnel pratiklerin ve kişilerin hepsini kapsadığını söyleyebiliriz. Burada önemli olan duygusal bağdır. MOMO’nun bir annesi babası olup olmadığı bilgi dışıdır. Bildiğimiz tek şey her bir şehir insanının MOMO’yu farklı bir cepheden değerlendirerek sevimli, huzur veren bir parça olarak değerlendirdikleridir. Yine Berger’e başvurarak MOMO için anlamlı ötekiler belki de tüm şehir insanlarıdır. Bunlar içinde Gigi ve Beppo her ne kadar ayrı bir noktada olsa da MOMO, her bir kişiye farklı yaklaşmaya çalışmaktadır.

Benlik ilkin anlamlı ötekiler tarafından edinilmiş tutumları kendine doğru yansıtan yansıtılmış bir bütünlüktür; birey kendi anlamlı ötekileri tarafından atfedilen şey haline gelir.

Talî sosyalizasyon diye nitelenen ikinci süreçte ise genelleştirilmiş ötekilerden bahsedilir. Anlamlı ötekilerde birey için özdeşleşme problemi söz konusu değilken talî sosyalizasyonda bu mümkündür. Çünkü seçebilme özgürlüğü söz konusudur. Her ne kadar gerçek dünyada durum değiştirilemez ve söylediğimiz ilkeler farklı işliyor olsa da düşsel bir dünyayı konu alan eserin içerisinden düşündüğümüz taktirde söylediklerimiz anlam kazanacaktır. Yine de genel hatlarını çizmeye çalıştığımız sosyalleşme süreçlerini bizim için, gerçek olan toplumda yaşayan bizler için: anlamlı öteki anne baba, genelleştirilmiş öteki ise bir toplum tahayyülüdür.

MOMO gülerek mutlu bir yaşam süren, çocuklarla oyunlar oynarken düşlere dalan bir kız çocuğudur hala ve halk kendi mahzun yaşamları içerisinde birbirlerine bağlı (en azından mekanik ilişkiler içerisinde olmadan) yaşamlarını sürdürmektedirler. Her şey çok güzel ve kendi dinginliği içerisinde sakince ilerlerken aniden ortaya Duman Adamlar çıkar. Gri takım elbise, gri renk evrak çantaları ve ağızlarında sigaralarıyla ortaya çıkan bu adamlar insanları zaman tasarrufuna ikna etmeye çalışan, zamanın kendisinden (ölü zamandan) beslenen kişilerdir. Aslında onlar şehirde hep dolaşmaktaydılarsa da insanlar onları fark etmiyorlardı. İlk olarak ortaya çıkıp zaman tasarrufuna ikna ettikleri kişi ise berberdi. Peki zaman nedir ki tasarruf edilebilsin?

Şöyle ki: arkadaşlarınızla, ailenizle, geçirdiğiniz hoş ve ‘boş’ zamanları ‘biriktirip’, kişinin kendisiyle ve diğerleriyle geçirdikleri bu biriktirilen zamanı çalışmak için kullanarak. “Her gün gülümsemek ve selamlaşmak için kullanılan zaman olmasaydı verimlilikteki artış mevcuttakinden daha fazla olacaktı.” Düşüncesi bu zaman tasarrufu denilen şeyin özünü oluşturmaktadır. Duman adamların yapmak istedikleri şey tam olarak budur. Bu aynı zamanda onların varlık sebebidir de. Çünkü onların ağızlarındaki sigaralar aslında insanların ölü zamanlarından elde edilmektedir. Yukarıda da değindiğimiz gibi eserin bir modernite eleştirisi olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak düşündüğümüzde bu zaman tasarrufu meselesini kendi gerçek dünyamıza da uyarlayabiliriz. Çok açıktır ki Duman Adamlar modern dünya sisteminin ta kendisidir.

Klasik kuramdan hareketle, zaman tasarrufunu da üretim araç ve gereçlerini kullanarak gerçekleşen minimum zaman, maksimum kâr ilkesiyle hareket eden kapitalist üretim biçimine vurgu yapan bir alegori olarak okuyabilmemiz pekâlâ mümkün görünmektedir. Duman Adamlar halkı bir bir kendi zaman tasarruf şirketlerine (sisteme) kaydetmeye başlamışlardır. Sisteme kaydolan insanlar Duman Adamlar ile yaptıkları konuşmaları unutuyor ve zaman tasarrufu düşüncesini kendi istekleriymişçesine uygulamaya başlıyorlardı. Bu sırada MOMO gittikçe yalnızlaşmaya başlamıştı. Artık Gigi ve Beppo haricinde, ki onlar da sonradan kopacaklardır, kimseyle irtibatı kalmamaya başlayacaktır. Aileler çocuklarını oynamak için göndermeyeceklerdir, çünkü onlar için MOMO tam bir zaman hırsızıdır. Olayların iç yüzünü anlayamayan küçük kız işin peşini bırakmayarak zaman içinde ve zamana karşı bir mücadeleye girecektir. Ancak burada yetişkinlerin gelmeyişinin yanı sıra çocukların da gelmeyişi dikkat çekicidir. Ende eleştirilerini bu ince noktalar üzerinden getirecektir.

Bilindiği gibi, Sanayi Devrimi sonrası ileri kapitalist toplumlarda özellikle de büyük kentlerde erkek işgücünün yanında kadın işgücüne olan ihtiyaç da artmıştır. Kadınların da ev dışına çıkışıyla birlikte çocuklara bakacak ebeveynin bulunmaması ve işçi kategorisinin devamı için ileride gelecek olan bireyler üzerinden ve onların yetiştirilmesi amacıyla okullar açılacaktır. Çocukların nasıl ve ne şekilde düşüneceğinin sınırlarının çizildiği bu okulları Duman Adamlar kurmuştur ve ebeveynler de MOMO’dan etkilenmemeleri için çocuklarına nasıl oyun oynayacaklarının dahi öğretildiği Çocuk Depoları’na göndermeye başlayacaklardır. Burada bir başka meseleyi daha derinden hissetmekteyiz artık: İdeolojiler! İdeoloji kavramı ile habitus kavramının benzerliği düşünüldüğünde, kitapta anlatılanları habitus kavramı üzerinden de yorumlayabilmek fazlasıyla mümkün görünmektedir. Ki yapmak istediğimiz şey de tam olarak budur.

Şu an sıraya sadık kalmak açısından önce ‘ideoloji’ kavramını Althusser aracılığıyla Duman Adamlar ve şehrin sakinleri bağlamında incelemek daha uygun düşecektir. İdeoloji kavramının tarihi üzerine birçok analiz yapılmıştır. Ancak ideolojinin sosyal bilimlerde nasıl ele alınacağı sorunsalı kavramın tarihine dair bazı belirlenimleri zorunlu kılmaktadır. İdeoloji kavramı (ideé) fikir demektir. Bütün bir teori, kuram sistem ya da bir zihniyet oluşturan fikirlerin tümü olarak temellük edilmelidir. Kavram Fransız Devrimi yıllarında Antoine Destutt de Tracy tarafından kullanıldı ve fikirleri inceleyen bir bilim olması gayesiyle icat edildi. Bu ideoloji teriminin icat edilme hikâyesinin başıdır.

Bir bilim olarak kurulmak istense de sonraları çok farklı anlamlarda kullanılmaya başlanmış ve nihayet Marksist ideoloji teorisiyle terim yatağını bulmuş kabul edilmektedir. Çünkü Marksist Teori’de ‘yanlış bir bilinç’ olarak negatif yönlü bir şey olarak anlaşılmış ancak yine aynı kuram içerisinden yetişen Gramsci, Lenin, Althusser gibi isimler farklı okumalar yaparak tanımı geliştirmişlerdir. Bu noktada karşımıza negatif ve pozitif yönlü tanımlamalar belirdiğinden çeşitli teoriler alan içerisinde yetkin kabul edilmiştir diyebiliriz. Althusser’e dönecek olursak İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları isimli kitabına üretim ve yeniden üretim konusunu ele alarak başlamaktadır. “Tıpkı Marks’ın da dediği gibi” der Althusser, “bir toplumsal oluşumun, üretimde bulunurken üretim koşullarını da yeniden-üretemezse, yaşamını bir yıl dahi sürdüremeyeceğini bir çocuk bile bilir. Üretimin nihai koşulu, demek ki, üretim koşullarının yeniden üretimidir.”[4]

Yeniden üretim modern sistemin en temel özelliğidir. Kitap bağlamında düşünüldüğünde ise yeniden üretimin gerçekleştiği alanlar üretim ilişkilerinde daha çok belirginlik kazanmıştır. Duman Adamlar artık sistemin kendisi olarak üretim ilişkilerini etkilemiş bulunmaktadırlar. İnsanların Duman Adamlar’la karşılaşmalarından sonra onları unutmuş olmaları ise ideolojinin alanına girmektedir artık. Çünkü ideoloji tepeden dayatılan bir şey değil, içeriden işleyen bir şeydir. Zaten Duman Adamlar da bunu zor kullanarak yapmayacaklardır. Kişi kendisi ona ait hissedecek ve uyum sağlamak isteyecektir. Yeniden üretimin nesnesi artık insanlardır. Burada da habitus kavramına vurgu yapmak yerinde olacaktır. Çünkü ideolojiler, her ne kadar içeriden işleyen bir şey olsa da dışarıdan sürekli uyarılmaları gerekecektir ki işleyiş devamlılığını sağlayabilsin. MOMO’nun içinde bulunduğu şehrin insanları da artık kendi habitusları aracılığıyla bu uyarılmaları yaşayacaklardır.

MOMO bu umutsuz zamanda bir kaplumbağaya rastlayarak Hora Usta’ya ulaşır. Hora Usta bizce MOMO’nun yüreğinin temsilidir. Orada kendi yüreğine ve zamanına rastlayacaktır. Zaman Ende için ancak yürekte yaşanabilecek bir şey olarak kavranmaktadır. “Çünkü zaman yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir.”[5] Burada Bergson’un süre kavramına (dureé) da değinmenin yerinin geldiği kanaatindeyiz. Bergson bütün felsefesini süre kavramı üzerine temellendirmiştir. Matematiksel, hesaplanabilen bir zaman yerine yaşanan bir zamana vurgu yapmaktadır Bergson. Psikolojik açıdan da süre’yi destekleyen Bergson için süre aynı zamanda bilinç de demektir. Her bilinç bir hafızadır. Burada geçmiş şimdidir ve aynı zamanda da gelecektir. Yani bilinç şimdiyi, geçmişi ve geleceği aynı anda içerisinde barındıran saf süreyi, oluşu doğrudan kavrayan bir şeydir. MOMO bu saf süreyi Hora Usta’nın Hiçbir Yerde Evi’ne giderken geçtiği Hiçbir Zaman Sokağı’nda kavrayacaktır ancak bunu kavradığını kitabın sonunda fark edecektir.

Netice itibariyle Hora Usta ve kaplumbağası yardımıyla, Duman Adamlar’ı yok eden MOMO eski güzel günlerine dönecektir. Bu saf sevgiyle mümkün olmuştur kitaba göre. Zaman artık güzelleşmiştir, o zaman içerisinde yaşayanlar tekrar mutluluğa adım atmışlardır ancak zaman insanın kalbiyle var olabileceği için Ende’ye göre; insan bir şeyi yapma ve yapmama kapasitesini kendi içerisinde barındırır mesajının yoğun bir şekilde verildiğini söyleyebiliriz. Bu çok da anlaşılamayacak bir şey değildir. Çünkü bir çocuk için de okunması zevkli olabilen bir kitap yetişkinler için de zevkle okunabilecek bir kitaba ancak bu şekilde dönüşebilirdi. Ancak yine de kitap kendi çelişkisini de anlattığı tüm hikâyenin bütün zıtlıkları içerisinde barındığı gibi kendi içerisinde barındırıyor diyebiliriz. Belki de bu yalnızca bizim yorumumuzun çelişkisidir. Ama yine de: kitap, temelde hayatın o kadar biricik o kadar tek olduğunu ve onu yaşarken herhangi bir anınızdan tasarruf etmek zorunda oluşumuzun absürtlüğünü vurguluyor. Ancak modernitenin bize sunduğu biricikliğe vurgu yaparak yapıyor bunu. İşte tüm mesele de sanırız ki burada düğümleniyor. Sistem yeniden üretime vurgu yaparak devamlılığını sağlayabildiği için, kendi içinden çıkan tüm eleştirileri de büyük bir ustalıkla yine kendisine dönüştürüyor. Ve MOMO bütün eleştirel yanına rağmen sistemin kendisini yeniden üretmesi için gerekli olan eksikliklere vurgu yaparak yeniden üretim mekanizmalarına katkı sağlıyor. Bir devam hikayesi yazılacak olsaydı eğer, bizce, Ende yeni Duman Adamlar’dan ve yeni mutsuzluklardan yeniden bahsetmek durumunda kalacaktı. Bu bir yorum elbette, doğru ya da yanlış. Zaten, bizde masalsı nitelikler taşıyan bir metne masalsı bir sosyoloji icat etmeye çalıştık. Belki doğru, belki de yanlış.

“Doğru ne demek diye karşılık verdi Gigi. Sen hayal etme yeteneği olmayan bir insansın Beppo. Bütün yaşam bir hikâyedir ve biz de onun içinde yaşarız.”[6]


[1] Modern yaşam bize zarar sunmaz. Bunun farkındayız, ancak sunmayı vaad ettiği yararın vaad olarak kalması bir noktada zarara dönüşmektedir. Bu bilinçle: cümleyi bu şekilde bırakmakta bir mahsur görmüyoruz.

[2] Belki de bizim tarihsel sosyolojiden öğrenmemiz gereken şey budur: araştırılan nesneyi tarihselleştirdiğimiz gibi araştırılan nesneyi araştıran kişinin kendisini de tarihselleştirebilmeyi öğrenmesi.

[3] Berger. Peter, Gerçekliğin Sosyal İnşası Bir Bilgi Sosyolojisi İncelemesi, Paradigma Yayınları, İstanbul 2008,s 191

[4] Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, 6. Baskı, İthaki Yayınları, İstanbul, 2017, s. 32

[5]Ende, Michael, MOMO, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2017, s. 65

[6] A.g.e, s. 115

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir